YUVALUNA | GİZEM ONAY

Joaquin Phoenix’in yün endüstrisi ile ilgili bir videosunu seyrediyorum. Görüntüler yıllar önce seyrettiğim et ve süt ürünleri ile ilgili olanlardan çok daha sert. Vahşet, şiddet görüntüleri içeren video ve filmlerden uzak durmaya çalışırım. Bedenimi beslediğim şeyler kadar zihnimi de beslediğim şeylere önem veriyorum. Ancak bu farklı, bu videoları seyretmem gerek. Hayvanlara yapılan zulmün bir parçası olduğumu bu videolar sayesinde öğrenmiştim yıllar önce. Hala zihnimden çıkmayan görüntüler var. Bugün seyrettiğim video da onlardan biri olacak. Acı. Yüreğimin kaldıramayacağı kadar acı.

Attığımız her adım, aldığımız neredeyse her ürün başka canların acı çekmesine sebep oluyorken biz ne yapacağız? Burada tabii ki yürürken öldürdüğüm karıncalardan bahsetmediğimi anlamışsınızdır. Sistematik ve sürekli bir şekilde uygulanan işkence ve şiddetten bahsettiğim gibi havanın, suyun ve toprağın zehirlenmesinden de bahsediyorum. İşte tam bu noktada, sahiden biz ne yapıyoruz ve ne yapacağız?

Ve gökyüzü bize bunun hakkında ne söylüyor?

Jüpiter Kova’da, Satürn Kova’da, 2023’te uzun süreliğine Pluto da Kova’da olacak. Özellikle bu sonuncusunun, Pluto’nun, Kova’daki yolculuğu ( 2023-2044) çok derinlere nüfuz eden bir dönüşüm süreci, tabii ki Kova’nın temsil ettikleriyle bağlantılı.

Kova ise en temelde eskiye ait derinin atılması demek. “Böyle gelmiş böyle gider” düsturunu parçalara ayırıp yepyeni bir şey ortaya çıkarmayı anlatıyor. Böyle gelmiş olabilir ama böyle gitmez, gidemez diyen sesimiz Kova. İşte şimdi bu sesi daha da dinlememiz gereken zamanlardayız. Bekleyecek kadar lüksümüz yok. Zaman şimdi. Kova şimdi. İklim krizi şimdi. O halde biraz ters köşeden bakmaya ne dersiniz? İlk aklımıza geleni değil de daha önce düşünmediğimizi bulmaya, hayatımıza çağırmaya ne dersiniz?

Ayrıca Ay Düğümleri de İkizler - Yay aksında, bu da bu yılki tutulmaların çoğunun İkizler - Yay aksında olacağını gösteriyor. Daha önce de çokça anlattım;  bu, Yay niteliklerinin dengesiz kullanımını telafi edebilmek için İkizler’e ağırlık vermemiz gerektiği anlamına geliyor. Yani teoride öğrendiğimiz şeyleri ve inançlarımızı pratiğe dökme zamanı. Bütün inançlarımızı ve öğrendiklerimizi hayatın kendisi ile test etmenin zamanı geldi.

Tam da bu sebepten bir dharma öğrencisi olarak merak içindeydim; acaba hocalarım, günümüzün budist rahibeleri, rahipleri, farklı Budist ekolleri iklim krizine yönelik nasıl bir tutum içindeler. Zira sürekli bireysel kurtuluşa odaklanan çalışmalar artık bana kafayı kuma gömmek gibi gelmeye başladı. Farklı neler var diye araştırırken karşıma “ecodharma”, “ecosattva” gibi kavramlar çıktı. Yani gerek doğuda gerekse de batıda özellikle de budist dünyada iklim krizi ve bağlantılı diğer sorunlara derinden bakılmaya başlanmış durumda.

David Loy, 2019’da yazdığı bir makalesinde “Bana göre son kuşak Budistler, insanları içine düştükleri nehirden çekip kurtarmakta çok daha iyiler, bu uğurda baya yol alındı ancak problem şu ki neden bu kadar çok insanın boğulduğunu sormakta hala pek iyi değiliz.” diyor. Bu minvalde güçlü eleştiriler yapılıyor. Ve bu eleştirilerin içinden doğan yeni bir anlayış belirmiş durumda. Biraz bunlardan bahsetmek istiyorum. Zira biliyorum ki beni okuyan birçoğunuzun hayatında yoga, meditasyon, Mindfulness, birlik bilinci, varlıklararasılık, şefkat kelimeleri günlük yaşamın köşe başlarında yer alalı epey oldu. Şimdi ise ecodharma ve ecosattva gibi kelimelere de sözlüklerimizde ve yaşamlarımızda yer açma zamanı. Zira David Loy’un da söylediği gibi içinden geçtiğimiz ekolojik kriz aslında bir spiritüel kriz.

Evet bu bir spiritüel kriz çünkü bir zamanlar kutsal olan her şeyin metalaşması, insanın bir parçası olduğu her şeyden kendisini ayrıştırması sonucu ortaya çıkan bir kriz. Ve tam da bu sebepten madde ile mana, maddi ile manevi olan arasında açılan bu yırtığı yeniden dikip birleştirmek icap ediyor.

Son yıllarda sözlüklerimizde kalın harflerle yazılı olan mindfulness, yani farkındalık meselesini ekolojik kriz ile nasıl bağlantılandırabiliriz?

Burada nasıl sorusu önemli, zira gerek Budist öğretide gerekse de Zen’de ne sorusundan ziyade nasıl’a odaklanırız. Önemli olan yaptığımız şeyi nasıl yaptığımız ve şeylerin nasıl oluştuğudur. Midnfulness da nasıl sorusuna cevap olarak önümüzde duruyor. Eğer sadece gözlerimizi kapatıp oturduğumuz süre içerisinde değil, hayatın her anında farkında ve anda olmayı pratik edersek bu ekolojik krize negatif katkımız değişebilir mi? Mindfulness’ı sadece kendi stresimizi azaltmak için değil de diğer canların da stres ve ızdırabını azaltmak için kullanabilir miyiz?

Bu sorular üzerinden tefekkür edersek manevi pratiklerimizi bir tüketici olarak nasıl uygulayabileceğimize dair yollar keşfedebiliriz. Mesela alışveriş sepetimi ittire ittire rafların önünden geçerken otomatik pilotta olmamayı kendime hatırlatıyorum. Elimi uzatıp raftan bir ürün aldığım her seferinde soruyorum.

Bu ürün bana hakikatten gerekli mi?

Bu ürünü almam bir canın sürekli ızdırap çekmesine sebep oldu mu? Ve ben bu ürünü almaya devam ettikçe daha da fazla can ızdırap çekmeye devam edecek mi?

Giysilerimi çamaşır sepetine atarken durup sorabilir miyim? Gerekli mi? Gerçekten kirli mi? Yoksa çağın aşırı strelize olma hastalığının bir belirtisi mi bu davranışım?

Zihnimde binbir çeşit düşünceyle değil de suyun bedenimdeki varlığını hissederek duş aldığımda o su zaten boşa akmıyor ve üstelik meditasyonu yaşamın dışında bir yere konumlandırmamış oluyorum. Thich Nhat Hanh neredeyse her dharma konuşmasında, kitaplarında bunun üzerinde ayrıca duruyor. Pratiğimiz günlük yaşantımızı kapsamalı. Çay içerken, yemek yerken, yürürken, bulaşık yıkarken de “mindful” olabilir miyiz?

Burada tabii ki hatırlamakta fayda var. Doğayı kurtarmak için yapıyorum diye atılan adım bizi daha büyük bir sanrının içine sürükleyebilir. Dünyayı omuzlarında taşıyan Atlas değilsin diyor Vandana Shiva ve ekliyor; tam tersi dünyanın seni taşıdığını unutma.

Tek başına yapacaklarımın nasıl bir katkısı olabilir ki? Benim kullanmayacağım 3-5 plastikle mi iklim krizi önlenecek. Biz bu kadar minimal yaşarken milyonlarca insan har vurup harman savuruyor… gibi denklemlere sık düşülüyor. Burada da Zen zihnini hatırlamak önemli; “bilmiyorum zihni”. Yaptıklarımın, çabamın etkisi olacak mı bilmiyorum. Sonucun ve başarının peşinde koşan zihnin hep hüsran veya tatminsizlik getirdiği aşikâr. Meditasyon gibi pratiklerimiz de tam da bu zihni değiştirmek üzerine değil mi? O halde iklim kriziyle yüzleşirken birer ecosattva’ya dönüşebilir miyiz?

İklim krizinin, açlık ve işsizliğin en temelinde bağımlı olduğumuz ekonomik sistemin bir sonucu olduğunu artık çok iyi biliyoruz. Az tüketmek, sade bir yaşam sürmek, sistemin dayattığı yaşam modelinin dışına çıkmak aynı zamanda parayla olan ilişkimizi de yeniden kurgulamak anlamına geliyor. Malum; para zihnin en büyük kaygı malzemesi. Bu kaygı unsuru ile farkında bir şekilde nasıl çalışabiliriz? Alma-verme dengesi spiritüel camianın en popüler konusu ama yapılan çalışmaların birçoğu gerçeği ıskalıyor. Kurulu düzen içerisinde benim cebime giren para bir başkasının daha da yoksullaşması demekken ne kadar parayla ilişkimi düzeltmeye çalışsam nafile. O halde paraya kattığımız değerleri farkındalıkla nasıl değiştirip dönüştürebiliriz. Yeni kullanım şekilleri nasıl yaratabiliriz? Bu konuda bazıları çok kafa yormuş bile. Charles Eisenstein ilk aklıma gelen isim. Önerdiği armağan ekonomisinin pratikleri Türkiye’de de epeydir deneniyor.

2021’in güçlü Kova (başka türlüsü mümkün) vurgusu bir de Boğa burcundaki (para, kaynaklar) Uranüs’ün (kozmik zeka, yüksek akıl) sert açılarıyla daha da katmerleniyor. Tarihte Kova ve Uranüs  enerjisinin yoğun olduğu zamanlar hep güçlü toplumsal değişimlere denk geliyor. Bu noktada astrolojiyi geleceği tahmin etmek için kullanmak yerine geleceği yaratmak için kullanabiliriz. O halde “başka türlüsü mümkün” vizyonlarımıza can verme zamanı geldi artık.

 

 

EDA OCAK

EDA OCAK

Keyif ve merakının izinde giderek Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı lisans bölümünün ardından, Batı ve Çağdaş Sanat Tarihi üzerine yüksek lisansı yaptı. Yazarların, müzisyenlerin, şairlerin, ressamların, kaçık ve meczupların dünyasında gezindiği bu yıllarda, bir yandan da dünyanın her yerinden gelen öğrencilerine Türkçe öğretti.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Zamanın Ruhunu Okuma - 2

Zamanın Ruhunu Okuma - 2

Genişleme, büyüme ile daralma, küçülme zıt prensiplerini temsil eden bu iki gezegen; Jüpiter ve Satürn, beraber zamanın ruhuna çeltikler atıyorlar. Zamanın Ruhu I yazımda bahsettiğim gibi Satürn Kova’da özgürlüğe ve bağımsızlığa, başka türlüsü mümkün’e işaret ederken, Koç Jüpiter varoluşu ve kendini deneyimlemenin, keşfetmenin büyüsüne çağırıyor bizi. İkinci yazımızda 2023'ün bahar aylarına kadar zamanının ruhunu okuyoruz.

Zamanın Ruhunu Okuma - 1

Zamanın Ruhunu Okuma - 1

Zamanının ruhunu okumak için iki gezegenin rehberliğini yanımıza alacağız : Satürn ve Jüpiter. Yaşamın birbirine zıt prensiplerini temsil eden bu ikilinin yeryüzündeki yansımalarının izini süreceğiz.

İçinde Büyüyen Bilgi

İçinde Büyüyen Bilgi

Kendi üzerime çalışmak sağlıklı bir yönelim olsa da kendi üzerime çalıştıkça ortaya çıkacak o gelecekteki “iyileşmiş ben”e sürekli yatırım yapmak ne kadar hakiki bir varoluş?

 
#
Tamam